KÂR VE ZARAR

Kar ve Zarar
Kar ve Zarar

Kâr ve Zarar

 

Bu gidişat karmaşık ve sofistike bir eylem planına benziyor. İnsan erdemlerle mi yaşamalı, gerekliliklerle mi? Gereklilik nedir? İşte karmaşa burada başlıyor. Sorular yığınla; cevaplar katmerli. Gereklilik dediğin, zihinsel bir algıdan ibaret. Elbette asgari müşterekler sayılabilir. İnsanlar âleminde ‘gereklilik nedir?’ sorusuna verilen alternatif cevaplar, özünde, bulunulan şartların meydana getirdiği bir algıdan ibarettir.  Şartlar demişken gerekli şartlar ve yeterli şartlar da konuşulmalı!.. Ayrıca istemli şartlar, tutkulu şartlar, interaktif şartlar, yönelimli şartlar, insanî şartlar ve sapaklara uğrayan alt tabaka şartlar gibi üretimler yapmak da mümkün.

 

Hayatı idâme ettirmek mecburiyeti ve istihkâkı, erdemin naif sınır çizgilerini aştırmaya oldukça müsait bir zemin hazırlar. Yaşamak gayreti bazen; doğuştan var olan ve sonradan kazanılan (en azından kazanılması mümkün olan) pek çok sıfatı yok edebilir ya da meydana getirebilir. Bu sıfatlar, hayat boyu insanda, ya tüm hacmiyle var olacak ya da en azından iz bırakacaktır. İnsanın üzerinde eğreti duran ve fıtrata aykırı sıfatlar, sadece birer anlam olarak kalmazlar… Hiçbir anlam; sadece anlam olarak kalmaz. Bir hayır işlediğinde ‘hayırsever’ sıfatını üzerine giyinir insan… Bu sıfat; gözlemlenemez, ölçülemez ve varlığı ispat edilemez gibi görünse de hiç de öyle değildir. Zulmeden ‘zalim’ sıfatına eriştiğinde, bu sadece anlam olarak ve fikren bir yerlerde var(mış) gibi kalmayacaktır. Tüm sıfatlar insanda, maddî ve manevî başka anlamları da beraberinde getirir. Bir ‘cimri’ bir ‘mükrim’in gözlerine, ellerine ve çevreye yaydığı müspet duygulara sahip olamaz. Bir ‘kindar’ da asla müşfik hareketleri üstüne giyinemez. Anlamlar insanda yeni bir tezahür, yeni bir etki meydana getirir ki bu da tüm hatlarıyla gözler önüne serilir.

 

Var olmak, birtakım gereklilikleri de beraberinde getiriyor kuşkusuz… Bu gereklilikler beraberinde hareketi, hareket de istemli-istemsiz tercihleri zorunlu kılıyor. En basitinden nefes alıp vermek bir gereklilik; ciğerleri havayla doldurmak için solunum yollarının esnemesi bir hareket ve bu, canlı organizma için ‘istemsiz’ bir tercih… Bir başka perspektiften bakarsak;  ‘para kazanmak’ bir gereklilik; bir işe gitmek hareket ve çalışmak ya da hangi işte çalışacağını belirlemek bir tercih… Gereklilikler, hareket ve tercih döngüsü; hayatın farklı sahnelerinde sistematik bir şekilde süreklilik arz ediyor. Envaiçeşit döngü içinde en genel ve en etkin kalibreli başlıklar bunlar…

 

Yanlış bunun neresinde?

 

Şimdi, karanlık bir mekânda gizlenmiş ‘yanlış’lara ışık tutmadan evvel; kesinliği yadsınamaz ve inkâr edilemez bazı hassas verilere göz atmak gerekiyor. Bir insan olarak ‘anlamlı’ ve ‘onurlu’ yaşam sürmenin, aksi düşünülemez hudutlara sahip olduğu ve bu -gözle görülmez- sınırları aşmamanın hayli önemli olduğu kanısında hemfikirsek; haklı gerekçelerimiz bir bir oluşmaya başlamış demektir. Zorlayıcı, yıpratıcı, üzücü ya da kahredici(!) olsa da hiçbir doğru; vazgeçilebilir ve ötelenebilir bir alana sahip değildir. Misal; yalan söylememek (doğru söylemek), hiçbir sıfatla ötelenebilir hâle getirilemez. Bazen bir ‘beyaz’ sıfatı ile kullanıldığına ve bu sıfatla birlikte kullanıldığında bile can sıkıcı olduğuna şahit olmuşuzdur. Çirkin ve kalbi körelten eylemlerden biri ‘hırsızlık’… Şöyle bir cümleye rastladığında trajikomik olduğunu düşünmez miydin?..

‘’Hırsızlık yapmamak; zorlayıcı, yıpratıcı ve kahredici bir durum. O yüzden hırsızlık yapıyorum.’’

 

İşte bu akılalmaz savunma; bu hâliyle söylendiğinde ne kadar ‘abes ve kabul edilemez’ bir kimliğe sahip. Fakat akılda tutmakta fayda var ki; insan, yaptığı hiçbir yanlış için: ‘’Bu çirkin bir hareket ve ben bu hareketi yaparken hiçbir haklı sebebe haiz değilim.’’ demeyecektir. Ve sıklıkla insanın, kendini akladığı hatalarında şöyle bir kısırdöngü mevcuttur:

 

Şeytan insana; ‘Bu iş kötü olduğu hâlde yaptım.’ dedirtmez. Şeytan insanı; ‘Bu yaptığımda ne kötülük var?’ cümlesindeki uçuruma sürükler.

 

İşte bu karanlık mekânda gözden kaçan ve fıtratı bozan pek çok yanlış mevcut. Ortamın karanlık olması ve gözün maddeyi görememesi bir acziyettir; insanın, kendi yanlışını görememesi gibi…

 

Daha reel bir anlatımla konuya sarihlik kazandırmak gerek! Abartılı birkaç yanlıştan bahsettik. Yalancılık, hırsızlık oldukça bariz suçlar. Ne yazık ki bu suçlarda bile insan zihni, kendini aklamaya yönelik eşsiz bir savunma mekanizması ve karayı aklama operasyonu gerçekleştirebiliyor. Ancak bu tip yanlışlar aydınlık bir ortamda, devasa kütlelere benzer. Öyle kolay kolay gözden kaçmaz. Bir el yordamıyla karşıdaki algıları dejenere edemez. Hırsızlık; hangi yumuşak zeminde bezenirse bezensin; yaydığı kötü koku tüm duyu organlarına erişim sağlayacaktır. Gelelim ışıksız odalarda saklanmış, süslü cümlelerle ufaltılmış ve pek çok kez gözden kaçması mümkün kılınmış ‘yanlış’lara…

 

&

 

Kâr ve zarar… İşte bu işin püf noktası… Önce denklemi açıklamalı, sonra seni bu denklemde eksiye götüren işlem hatalarına değinmeli… Israrla ve tüm kararlılığımla söylüyorum ki kâr; çok zaman zarardır. Zarar da misliyle kâr…

 

‘Almak’ her zaman istekli bir alıcı figürünü akla getirir. ‘Vermek’se daha isteksiz, daha pasif bir karakter olabiliyor çok zaman.

 

‘Sevilmek’ daha keyif verici bir durumken; ‘sevmek’ cefa ve fedakârlıklarla dolu bir yol haritası gibidir.

 

‘Öfke’ baldan tatlı olarak lanse edilir. ‘Affetmek’ sıkıntılı ve sıklıkla egoya ters bir eylem olarak nadiren tercih edilir.

 

Buradaki ‘vermek’ten kasıt; varlığından vermek, hacimli bir ‘vermek’ ve sana gerekli olandan ‘vermek’… Böylece hoş bir vesile olabilmek. Bir ihtiyaca denk gelebilmek. Bir yüzde tebessüm olabilmek. ‘Affetmek’ten bahsettiysek; ufak bir hatasından dolayı nedamet içinde defaatle özür dileyen ve vaktizamanında çok sevilen bir zâtı-ı muhteremi affetmekten bahsedilmiyor elbette… Affettiğinde, affolunanın huzuru dışında hiçbir ‘kâr’ elde etmeyeceğin; hatta -bir ihtimal- seni daha da müşkül bırakacağını düşündüğün, sana karşı işlediği hata, kendi boyunu aşan bir zat-ı şahâneyi(!) affetmek! Sevmek de böyle makbuldür. Huzur vereni, refah sağlayanı, imkân vereni sevmek; her kişinin harcı… Fakat bir başka ‘sevmek’ cefalı bir süreç olabilir. Karşılıksız sevebilmek, uzaktakini sevebilmek ve ömründeki faydalara temas etmeyeni sevebilmek…

 

Bunlar çok ‘kâr’lı görünmemelerine karşın; kimi zaman maddesel kimi zaman da ruhanî ‘zarar’lar doğulabiliyor sanırım. Galiba! Acaba mı ki?..

 

Yok yok!..

 

Hiç sanmam!

 

Kâr elde etmek için affetmek, sevmek, vermek vb. her bir eylem ne kadar değersiz olacaksa; zarara düşmemek için çalmak, kırmak, sövmek de o denli fütursuz ve dayanaksız bir şekilde ‘yanlış’tır. Fakat karanlıkta kalır, gözlemlenemez. (sanılır)

 

Kendini ‘buna mecburum’, ‘başka ne yapabilirim ki?’, ‘bunda ne kötülük var ki?’ diye kandırmaya; içinde kök salan kötülüğü beslemeye devam etme!

 

&

 

Kâr ve zarar; gereklilikler ve mecburiyetler söz konusu olduğunda birbirinin zıddıdır. Şimdi bu denklemin sağlamasını yapma zamanı!..

 

Alırsın; zorla, hırsla, haksız ve hadsizce alırsın… Bir şey elde edersin. Mal, para, mevki vb. Bunlar sana ‘kâr’ gibi görünür ilk bakışta… Sebeplerin vardır. Yapmak zorundasındır muhtemelen! Bu ‘almak’ senin önce ruhunu ve kalbini bozar. Bunu öyle ritmik ve basınçlı bir kan deveranı gibi düşünme! Bu içeride, sessiz ve vurgusuz bir kalp büyümesi gibidir. Ruhun sana, görünmeyen ve ‘beden’den daha az aktif bir varoluş gibi gelebilir; fakat bunun aksini sana şu şekilde ispat edebilirim. Maddeni (beden) eşsiz kumsallarda serin rüzgârlara da bıraksan içinde bir yerlerde sıkışmışlık ve yılmışlık, maneviyatını (ruhun) derinden etkileyecektir. Ve sen maddenin var olduğu yerin kıymetini hissetmektense maneviyatının içinde bulunduğu buhrana yenik düşersin. İşte tam da bu sebeple; manevi varoluşun, maddî ve görünen kısmından daha etkindir. Sen mecburiyet ve gereklilik kisveli kâr hareketini icra ederken; ruhun fıtrata aykırı bu gidişatta dünya ve ukba algısını kaybeder. Erdem ve değerlerini yitirir.

 

Hiçbir ‘yanlışlık’ yoktur ki; ruhunda, simanda ve bedeninde sinsi dönüşümlere gebe olmasın! Her biri zamanla yüz ifadendeki insanî çizgilerin yerine; bakanda aksi bir tesir uyandıran hatlara dönüşür. Ruhunda iyiliğe, Hakk yola ve güzelliğe götüren ne varsa üstü toz tutar. İyi gerekçelerle bezenmiş bir yalan; kendini akladığın cümlene tabi değildir. Sen istediğin kadar haklı sebepler beyan et! O tüm çirkinliğiyle seni kemiren bir zehirdir.

 

Peki tüm çıkarlara, gerekliliklere, arzulara ve isteklere denk gelen bu ‘kâr’ görünümlü zararlar; ne zaman ‘zarar’ görünümlü kârlara dönüşür?

 

Verirsin; hiçbir karşılık beklemeden ve seni tamamladığına inandığın hacimsel varlığından verirsin. Bu bazen para olabilir mesela… Artanından değil, tam olarak gereken kısmından verirsin. Nasıl da zarara benzer. Sanki; anca yetindiğin ve sana elzem olan bir tabakadan parçalar koparıp eksiltmek gibi durur. Sanki bu vermekle, hem malından hem mutluluğundan hem de dayanağından eksiltmiş gibi olursun. İşte gerçek kâr da budur zaten… Bu sende nasıl ‘kâr’a dönüşür? Yukarıda özetle anlamlandırılan ‘vermek, sevmek, affetmek’ gibi eylemler; ama şöyle en tumturaklı olanlarından, işte bunlar zarar gibi göründüğü takdirde gerçek bir kârdır.

 

Bu zorlayıcı(?) eylemler senin; onurlu ve erdemli bir yaşam sürmek için hududunda kalman gereken mekân dâhilindedir… Ve daha pek çok zorlayıcı ama insanî eylem ve sıfat seni; gözle görülmez, elle tutulmaz ama tüm etkisi ve varoluşuyla kuşatan birtakım anlamlara taşır. Anlamın, her şeyden önce ‘insan’ olmaktır. Bu, simanda ve çevreye yaydığın rayihada bile okunur. O kadar açıktır aslında… Tüm bunlar; vermek, sevmek, affetmek, helâlinden yemek, helâlinden paylaşmak ve hepsinin toplamı ‘ibadet etmek’… Evet! İbadet bunların hepsinde vardır; bunların hepsinin toplamıdır. Bunların hepsinden fazlayken; tüm bunları yapabilmenin hem ön koşulu hem de bir sonucudur. Bunlar ibadetsiz, ibadet de bunlarsız olmaz.

 

Kâra geçmek adına yapılan bir aykırılık; kalp kırmak, haram yemek, yalan söylemek, aldatmak vb. eylemlerin hiçbiri ibadetle olabilemez. Öyleymiş gibi görünebilir. Fakat imkân ve ihtimal dâhlilinde değildir. Hırsla yıkarken bir yerleri, görünürdeki ibâdet kılıklı eylem, anlamıyla birlikte orada değildir. Bir siluettir.

 

En nihayetinde insan kendine yapar diyorlar. Maksat kazanmak, elde etmek, sahip olmak ve mutluluk makamına erişmekse; zorlanacak, yıpranacak ve ödün vereceksin. Bunlar kayıp gibi görünecekler… Ve kalbine, ruhuna, şekline tek tek geri dönecekler!

 

Fıtratta kalabilmek duasıyla…

 

bu yazının tüm hakları muharrirahsen.com’a aittir. 

 

 

 

 

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: