SEN DERVİŞ OLAMAZSIN

Sen Derviş Olamazsın
Sen Derviş Olamazsın

‘’SEN DERVİŞ OLAMAZSIN..!’’

 

Vâveyla!

 

Bu ‘yalnız’ bir durum…

Bazı hâller, tabiatı gereği yalnızlığı da getirir yanında.. Bu, bizatihî yalnız… Düşün ki; mânâlı bir ân içindesin, bu mânâyı bulanıklaştıran eylemlerin var. Maateessüf, gayrî ihtiyarî bu hâl üzereyiz. Kesintisiz ve biteviye… Evet, ne hakkında konuşuyoruz? Asıl soru bu… Bu endişeli hâli anlatışım, bir miktar öfke ve sitem taşıyor. Öyle ki öfkem, mevzuya girişimde sancılı bir süreç yaratıyor.

 

Peki, bu hissiyatı yolun karşısına geçirdim sanırım. Öyleyse benimle aynı duyguda anlattıklarımı dinleyebilirsiniz.

 

İbâdet…

 

Bir ‘teklik’ ile ‘birçok’ olmak gibi bir ân. Tekliğe yönelirken; istikamet tek, secde tek, imân tek… Fakat bir yandan da, ne kadar çok… Hani daha önce hiç böyle ‘sen’ olmamışsın gibi… O ân o kadar çok sensindir ki yeni bir tanışıklık yeni bir içleniş başlar ruhunda. Bu her zaman farkına vardığımız bir durum da değil elbette! İbâdet ânını anlatırken, pek çok sıfat pek çok kavram zihni meşgul eder. Fakat yaşarken, dünyalık bir ân gibi kıymetini bilemeyiz. Nasıl ki yaşayan yaşarken yaşatılmaz da ölünce ‘ah’lanır ‘vah’lanır paklanır… İşte tüm manevî hareketler de bu misal. Çok zordur; içinde bulunulan zamanın ve mekânın inişli-çıkışlı karakterinden sıyrılmak! Tüm endişe ve korkuları, özlem ve nefretleri, arzu ve hevesleri rafa kaldırmak! Bunlardan azade, yalnızca o âna odaklanıp ‘Allah’ (c.c.) diyebilmek! Fakat buna daha yakın kalpler de yok değil. Daha dingin, daha takvalı… Olmaz mı? Ne hoştur ki, varlar ve güzeller…

 

Fakat;

‘dil yarası’

diye

bir şey de

yok değil hani…

 

Dil yarası…

 

Nasıl bilebilirsiniz?

Evet, hâlâ aynı konu üzereyim. Bir ibâdete yöneldiniz, özenli bir abdest ile durdunuz namaza… Varsayalım ki; dünyalık endişelerin büyükçe bir kısmını koydunuz kenara. Onlar bekleyedursun. Nasıl da bir hoş seda, nasıl da bir huzura eriş… Tamam, bunlar da mümkün. Bazı Allah (c.c.) dostları için bilhassa. Niyetle selam arasına mayayı bozan bir keskin düşünce de girmedi hem… Hepsine âmenna…

 

Fakat, biri bir cümle kurdu;

 

‘’Biz, namazı sadece Allah için kılarız. Cennet ve cehennem endişesi taşımayız.’’

 

Eyvahlar olsun..!

 

Bu yapılamaz mıydı?

 

İnsan, bu denli bir seviyeye erişemez miydi?

 

Sadece Allah aşkından secdeye varamaz mıydı?

 

Hayır hayır! Olay o değil. Tüm bunlar, kim ve ne zaman ve nerede mümkündür? Ben bilemem. Mümkün değildir de diyemem. Ne dervişler, ne ermişler vardır. Adı dervişse de ana maddesini bilemem. Ben ‘Allah birdir’i bilirim, peygamber(ler)i bilirim. Ben dervişse de değilse de bilemem. Ben önce beni bileyim de… derler…

 

Peki, olay ne o zaman? Bu soru banaydı farkındaydım. Şöyle özetleyeyim;

 

De ki; ‘benim güzel bir kalbim var.’ Vardıysa da artık yok. Olsaydı diyemezdin. Dediysen olamazdı.

 

De ki; ‘ben çok merhametliyim’. –isen de olamazsın artık. Olmuştun da bozdun mu, yoksa baştan mı yanlıştı? Artık çok bilinmeyenli bir denklemsin.

 

De ki; ‘ben çok hayırseverim’. Cümlenin kimyası bozuk arkadaşım. Bu cümle yaşatılabilir, bu cümle vücut bulabilir, bu cümle özne-nesne ve yüklem şekline dönüştürülemez! Bu cümle ile cümle kurulamaz! Bu cümle, yalnızca bir beden, bir vücut olarak sende, onda, birinde yaşayabilir. Ama bu sesli, heceli, etkileşimli ve müşterili bir cümle olamaz!

 

Dedi ki; ‘’namaz kılarken cennet arzusu ve cehennem endişesi taşımam’

 

Yazık bir cümle. Yalnız bir durum.

Bir; cennet arzusu taşımalısın. Cennet cennetir ya hu!

İki; cehennemden imtina etmelisin. Bence korkmalısın da, hadi bu kadar yumuşatayım.

Üç; sen yalnızca Allah (c.c.) sevgisiyle namaza ermiş olsaydın, bu bir cümle olamazdı. Bu bir zaman olurdu. Bu, kâinat içinde bir kâinat olurdu. Bu, zaman içinde bitmeyen bir zaman olurdu. Bu sen olurdun. Sen ‘bu’ olurdu. Bu, inan ki; her şey ve her yer olurdu. Ama bu tek bir şey olamazdı;

 

Bu; bir cümlecik olamazdı. Bu vücut, bir kelâma dönüştüğünde ne oldu biliyor musun?

 

Hani, hiçbir dünyalık duyguyu kalbine yük etmeden kıldın ya o namazı..? O ân öyleydiyse de, bu cümle kurulalı ‘dünya’ kavramıyla bir bütün oldu. Benlik, ‘ben oldum’luk, erdim, eriştim, ‘yaptım’cılık…

 

Bu, artık manevî bir ân değil. Bu bezenmiş, süslenmiş, katran tutmuş bir cümle…

 

İnsan, pek çok zaman ‘bilememekle’ mühürlüdür. Mânâyı aramakla insan olursun, bulmak büyüktür. Bulmak –mümkünse de- buldum dedirtmez. Sen çabaladıkça ‘kul’sun. O maneviyata ermenin aşkıyla yan! Erdim dedin mi, yangın biter. Vardım sandığın yerde kalırsın. Oralar tenhadır hem! Yalnızdır… Olay ‘bulabilmek’ değil. Olay ararken yanmak. Yanarken susmak… Durmadan tükenen bir zamanın içinde insansın, kusurlusun, acizsin! Güzeli ‘ararken’ insan olursun. Asıl mânâ aramaktır..!

 

Velhasıl-ı kelâm; ‘’sen derviş olamazsın!’’

 

bu yazının tüm hakları muharrirahsen.com’a aittir. 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: