(DİYANET KAYNAKLARINDAN ÖZET)

- Arap yarımadasında Hristiyanlar da yaşıyordu.
- Yemen’deki Necran’da Hristiyanlar yoğunluktaydı.
- Bazı komşu devletler de Hristiyan’dı: Bizans, Habeşistan.
- Peygamberimiz onlara İslâm’a davet mektupları göndermiş zaman zaman da savaşlar meydana gelmişti.
- NECRAN: Suudi Arabistan’ın güneybatısında tarihî bir şehir.
MÛTE SAVAŞI
- Müslümanların Suriyeli Hristiyan Araplar ve Bizans ordusuyla yaptığı ilk savaş (8/629)
- Mûte: Lût gölünün güneyinde Kerek’e 11, Kudüs’e 50 km. uzaklıkta geniş tarım arazilerine sahip bir yer.
- Peygamberimiz HÂRİS b. UMEYR’i İslâm’a davet mektubuyla birlikte, BİZANS’a bağlı BUSRÂ valisine gönderdi.
- Elçi, Hristiyan Gassânî Emiri tarafından topraklarından geçerken öldürüldü.
- GASSÂNÎLER: 200-636 yılları arasında Suriye’de hüküm süren Hristiyan Arap Hanedanı.
- Umeyr, Peygamberimizin öldürülen tek elçisidir.
- Peygamberimiz elçi dokunulmazlığını öngören uluslararası hukukun ihlali karşısında 3 bin kişilik bir ordu hazırladı. ZEYD b. HÂRİSE’yi kumandan olarak tayin etti.
- Peygamberimiz elçinin öldürüldüğü yere kadar gidilmesini, önce İslâm’a davet edilmesini, olumlu cevap gelirse savaşılmamasını istedi. Manastıra çekilenlere dokunulmamasını, hurmalıklara zarar verilmemesini, ağaçların kesilmemesini ve binaların yıkılmamasını emretti.
- İslâm ordusu MÛTE’ye ulaştı.
- Burada Bizans kumandanı THEODOROS idaresinde, Hristiyan Arap kabileleri de dâhil sayıları 100-200 bine ulaştığı rivayet edilen büyük bir orduyla karşılaşıldı.
- Savaş başladı.
- Zeyd b. Hârise şehid düşünce yerine Ca’fer b. Ebû Tâlib sancağı aldı. Sağ eli kesilen Ca’fer sancağı sol eline aldı. Sol eli kesilince iki koluyla göğsü arasında tuttu. Bir mızrak darbesiyle şehid oldu.
- Kumandayı alan Abdullah b. Revâha da şehid düşünce sancak Hâlid b. Velîd’de teslim edildi.
- Hâlid b. Velîd sağ kanattaki askerleri sola, soldakileri sağ kanada, geridekileri öne, öndekileri geriye alarak takviye birlik gelmiş izlenimi uyandırdı.
- Geri çekilirken zaman zaman düşmana zarar verip ganimet ele geçirerek İslâm ordusunu fazla zayiat vermeden Medine’ye ulaştırdı.
- Mûte’de 15 şehid verildi.
- Peygamberimiz şehidlerin ardından ağladı. Fakat ağıt yakıp feryat etmeyi yasakladı. Şehid ailelerine yemek götürülmesini ve yardımcı olunmasını istedi.
- Peygamberimiz amcasının oğlu Ca’fer’in evine üç gün yemek göndermiş, daha sonra da çocuklarını yanına alarak bakımlarını üstlenmiştir.
- Bu savaşla Bizans ordusu ve İslâm ordusu ilk kez karşılaşmış oldu.
- Sayıca çok üstün olan orduya karşı fazla zayiat verilmeden geri çekilmeleri de askerî bir başarı olarak değerlendirilmektedir.
TEBÜK SEFERİ
- TEBÜK: Suudi Arabistan’da tarihî bir şehir.
- Hz. Peygamber’in Bizanslılar’a karşı düzenlediği gazve (Receb 9 / Ekim 630).
- Tebük Gazvesi esnasında büyük güçlükler ve sıkıntılarla karşılaşıldığından bu zaman için Kur’an’da “sâatü’l-usre” (güçlük zamanı) tabiri geçer (et-Tevbe 9/117).
- Bizans İmparatoru HERAKLEİOS’un müttefik Hristiyan Arap kabileleri desteğiyle Müslümanlara karşı savaş hazırlığında olduğuna dair haberler Medine’ye ulaştı.
- Peygamberimiz kıtlık ve kuraklığa rağmen savaş hazırlıklarına başladı.
- Amacı saldırıyı yerinde bastırıp tehlikeyi savmaktı.
- Sefer için gideceği yeri bu defa gizli tutmadı ve hedefin Bizans ordusu olduğunu açıkça belirtti. Çünkü yol uzun ve düşman güçlüydü.
- Mevsim çok sıcaktı ve ürün toplama zamanıydı.
- Sefer hazırlığında Hz. Osman başta birçok sahabî İslâm ordusunun donatımı için büyük katkılarda bulundu.
- Hz. Osman 1000 adet binek hayvan verdi. Her birine birer altın harcadı ve 10 bin askeri donattı.
- Abdurrahman b. AVF ve Talha b. Zübeyr de yüklü bağış yaptılar.
- Hz. Ömer mal varlığının yarısını, Hz. Ebû Bekir de tamamını bağışladı.
- Münafıklar ise bozgunculuk yapmaktan yine geri durmadılar.
- Olumsuzlukları dile getirerek Müslümanların moralini bozmaya çalıştılar.
- Peygamberimiz kendi dönemindeki orduların en büyüğüyle; 10 bin Süvari olmak üzere 30 bin kişilik orduyla Medine’den kuzeye hareket etti.
- TEBÜK’te karargâh kuruldu.
- 15-20 gün burada kalındı. Ama bu süreçte Bizans ordusuna rastlanmadı.
- Peygamberimiz buradayken İslâm’a davet için batı istikametinde geniş bir alana yayılan Hristiyan ve Yahudilerden oluşan CERBÂ, EYLE, EZRUH, MAKNÂ ve MAAN’a birlikler gönderdi.
- Onlar İslâm’ı kabul etmedi ama vergi ödeyeceklerini bildirdiler. Can, mal ve inanç hürriyetlerinin güvencede olması şartıyla İslâm devleti tebaası olmayı kabul ettiler.
- Peygamberimiz yerleşim merkezlerinin her biri için birer antlaşma metni yazdırdı.
- Bu arada Hâlid b. Velîd’in kumandası altında 400 kişilik birlik Irak yolunda DÛMETÜLCENDEL’e gönderilmişti.
- Hâlid, Dûmetülcendel kalesini ele geçirdi. Burada Hristiyan emiri Ukeydir b. Abdülmelik’i esir aldı. Peygamberimize getirdi. Peygamberimiz de cizye ödemesi şartıyla geri dönmesine izin verdi.
- Peygamberimiz ikinci defa Herakleios’a İslâm’a davet mektubu gönderdi.
- Mektupta imparatora İslâm’a girme, cizye ödeme ve savaş alternatifleri teklif edilmekte, en azından halktan İslâm’ı seçecek olanlara engel olmaması istenmekteydi.
- İmparator mektubu alınca çevresiyle istişare etti. Hristiyan Arap kabilelerinden Benî Tenûh’a mensup bir elçiyi Peygamberimize gönderdi.
- Hz. Osman elçiye kıymetli bir elbise hediye etmiştir.
- Peygamberimizin bizzat katıldığı son savaş olan TEBÜK seferi, Müslümanlar için ciddi bir sınav oldu.
NECRAN HRİSTİYANLARI İLE YAPILAN ANLAŞMA
- Peygamberimiz Necranlı Hristiyanlara elçi ve mektup gönderdi. İslâm’a davet etti.
- Necran Hristiyanları da Medine’ye heyet gönderdiler.
- Necran heyeti bir ikindi vakti Medine’ye geldi, Mescid-i Nebevi’ye girdi.
- Peygamberimiz ve Müslümanlar namazı kılmıştı.
- Hristiyanlar da doğuya dönerek ibadet etmeye hazırlandılar.
- Peygamberimiz onların ibadetlerini yerine getirmelerine izin verdi.
- Heyet Hz. İsa konusunda Peygamberimizle tartışmaya girdi.
- Bu sırada Hristiyanlık ve Hz. İsa ile ilgili bilgi veren Âl-i İmran suresinin ilk seksen ayeti nazil oldu.
- Peygamberimiz Hz. İsa’nın Allah’ın kulu ve peygamberi olduğunu, ayrıca babasız olarak Hz. Meryem’den dünyaya geldiğini söyledi.
- Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu (haşa) iddia eden heyet buna devam edince Hz. Peygamber, Hz. Hasan, Hüseyin, Fâtıma ve Ali’yi de yanına alıp Âl-i İmrân suresinin 61. Ayetini okuyarak onları ‘mübâhele’ye davet etti.
- MÜBÂHELE: Bir tartışma esnasında haksız ve yalancı olanın Allah’ın lanetine uğraması için beddua edilmesidir.
- Necranlılar Hz. Muhammed’in peygamber olma ihtimalini düşünüp cesaret edemediler. Cizye ödemek şartıyla anlaşma yapıp döndüler.
PEYGAMBERİMİZİN MÜNAFIKLARA KARŞI TUTUMU
- Medine’de karşılaşılan problemlerden biri de nifak ve fitneydi.
- Peygamberimize inanmadıkları hâlde inanıyormuş gibi davrananların başında Abdullah b. Übey b. Selûl vardı.
- Abdullah b. Übey Hazreclilerin reisiydi. Hazrec ve EVS arasındaki savaşlar sonunda YESRîB’in idaresi kendisine verilmek üzeri anlaşma yapılmışken Peygamberimizin hicretiyle plan suya düşmüştü. Bu sebeple Peygamberimize düşman oldu.
- Abdullah b. Übey ve diğer münafıklar, hicret sırasında Medinelilere, muhacirlere destek olmamalarını tavsiye etti.
- Kur’an’daki MÜNÂFIKÛN suresi onlar ve benzerleri hakkında nazil olmuştur.
- Abdullah b. Übey Hristiyan liderlerinden Ebû Âmir er-Râhib’in desteğini aldı, gizliden de Kureyş müşrikleri ve Medine Yahudileriyle dostluk anlaşmaları yaptı.
- Uhud ve Hendek’te bu gizli dostluklarını açığa vurdu. Yahudileri Peygamberimize karşı savaşa teşvik etti.
- Yahudilerle müşrikleri bir araya getirmeye çalıştı.
- Fakat Mekkeli müşrikler Hudeybiye Antlaşmasıyla kısmen, Mekke’nin fethiyle tamamen onun ittifakından çıktılar.
- Yahudilerin şehirden sürülmesiyle de beraberlik sona erdi.
- Abdullah b. Übey, Benî Mustalik kabilesine düzenlenen askerî seferde ensar ve muhacirleri birbirine düşürmeyi denedi. Dönüşte de İFK HADİSESİ’ni tezgâhladı.
İFK HADİSESİ
- Hz. Âişe’ye zina iftirası atılması olayı.
- İfk “iftira, en kötü ve en çirkin yalan” demektir.
- Peygamberimiz, Benî Mustaliḳ (Müreysî‘) Gazvesi’nden dönerken beraberinde götürdüğü eşi Âişe, konakladıkları bir yerde sabaha karşı tekrar hareket emri verildiğinde tabii ihtiyacını gidermek üzere ordugâhtan uzaklaşır.
- Geri gelirken boynundaki Yemen (Zafâr) akiği gerdanlığın düşmüş olduğunu fark eder ve kendisini bekleyecekleri düşüncesiyle dönüp aramaya koyulur; ancak karanlıkta onu bulup el yordamıyla tanelerini toplayıncaya kadar çok vakit kaybeder.
- Konak yerine geldiğinde diğerlerinin hareket ettiğini görür ve yokluğunu anlayınca aramaya çıkacakları inancıyla orada beklemeye başlar; bu arada uyuyakalır.
- Ordunun artçılarından Safvân b. Muattal es-Sülemî görevi gereği kamp yerini kontrol ederken onu bulur ve devesine bindirip hayvanı yederek orduya yetiştirir; fakat hızlı yürümekle birlikte kendisi yaya olduğu için kafileye ancak kuşluk sıcağında mola verdikleri zaman ulaşabilir.
- Söz konusu gecikme başlangıçta kötüye yorumlanmamış, hatta kimsenin dikkatini bile çekmemişken, Abdullah b. Übey b. Selûl’ün başlattığı dedikoduyla birlikte iç huzursuzluklara yol açan önemli bir olay halini almıştır.
- İslâmiyet’i istemeyerek kabul ettiği için münafıkların reisi diye bilinen Abdullah b. Übey ile adamlarının Resûl-i Ekrem’i ve kayınpederi Hz. Ebû Bekir’i küçük düşürmeye ve aralarını açmaya yönelik sözleri, bazı müminlerin de katılmasıyla kısa zamanda yayılma istidadı göstermişti.
- Sefer dönüşü rahatsızlanarak bir ay kadar yatan Hz. Âişe ise bunu duymamış, sadece bu süre içerisinde daha önceki rahatsızlıklarında gösterdiği ilgiyi göstermeyen Resûlullah’ın odasına seyrek uğramasından bir şeyler olduğunu sezmişti.
- Hz. Âişe, hastalığının nekāhet döneminde bir tesadüfle babasının teyze kızı Ümmü Mistah’tan oğlunun bu dedikoduyu anlattığını duymuş ve üzüntüsünden tekrar hastalanmış, arkasından da Hz. Peygamber’den izin alıp babasının evine gitmişti.
- Olaya son derece üzülen ve nasıl bir hükme varacağı hususunda uzunca bir süre tereddütte kalan Resûl-i Ekrem sonunda konuyu bazı yakınlarıyla istişare etmeye karar verdi.
- Hz. Ali görüşünü, “Yâ Resûlellah! Allah senin evliliğine bir sınır koymamıştır; Âişe gibi pek çok kadın var. Fakat yine de işin aslını öğrenmek için onun hizmetçisini sorguya çekmelisin” diye bildirdi.
- Bunun üzerine Resûlullah Berîre adlı câriye ile konuştu, kendisinden Hz. Âişe’nin lehine şahadetten başka, “O, evinde hamurunu yoğururken uyuyakalan ve hamuru kuzuya yediren gencecik bir kadındır” cevabını aldı.
- Berîre’nin bu sözleri, Âişe’yi mâsum fakat genç yaşta olması sebebiyle tedbirsiz bulduğunu göstermesi bakımından ilginçtir.
- Peygamberimiz Mescid-i Nebevî’de konuyu halka açtı ve bu dedikodulardan kurtarılmasını istedi.
- Ancak Sa‘d b. Muâz ile Sa‘d b. Ubâde arasında başlayan münakaşa neticesinde Evs ve Hazrec kabilelerine mensup bazı kişiler İslâm öncesinde olduğu gibi tartışmaya girdiler.
- Hz. Peygamber de mescidden ayrılarak Ebû Bekir’in evine gitti. Âişe’nin anlattığına göre, kendisinin yattığı odaya girince dedikoduların çıktığı günden beri ilk defa yanına oturarak söylenenleri tekrar etmiş ve, “Eğer mâsum isen Allah seni temize çıkaracaktır, bir günah işledinse tövbe et ve affını dile; Allah tövbekârları bağışlar” demiştir.
- Âişe, Peygamber’in dedikodulara inandığını, bu sebeple de ne söylese şüphe ile karşılayacağını ifade etmiş ve artık Hz. Ya‘kūb gibi sabredip Allah’tan yardım dilemekten başka çaresinin bulunmadığını (Yûsuf 12/18) söylemiştir.
- Bu sırada uzun süredir beklenen vahiy gelmeye başlamıştır.
- Nûr sûresinin 11. âyetinden itibaren başlayıp devam eden ilâhî beyanda çirkin iftirayı çıkaranın büyük bir azaba mâruz bırakılacağı ifade edilmekte, ona alet olup dedikoduyu yayanların bir avuç insandan ibaret olduğu bildirilmekte, bunun yanında söylentileri duyan kadın erkek bütün Müslümanların duyarsız ve bilinçsiz davranışları da kınanmaktadır.
- Zira olay, insanoğluna yöneltilebilecek en çirkin bir iftira olduktan başka Peygamber’in masum eşini hedef almış ve dolayısıyla Müslüman toplumun tamamı itham altında bırakılmıştır.
- Onlar bu haberi duyduklarında basiretlerini kullanarak, “Böyle bir söylentiye alet olmak bize asla yakışmaz. Hâşâ! Bu çok büyük bir iftiradır” demeli ve Resûl-i Ekrem’in masum ailesiyle Müslüman toplumun onurunu korumalıydı.
- Âyet-i kerîmelerde bundan böyle benzeri gafletlere düşmemeleri konusunda Müslümanlar uyarılmakta ve rencide olan Peygamber ailesinin yine de hoşgörü ve affedicilikle davranması tavsiye edilmektedir.
- Hz. Âişe, kendisini fazlasıyla üzüp zor duruma düşüren iftira hadisesinin sonuç itibariyle hakkında hayırlı olduğunu anlamış ve şahsı vesilesiyle on âyetin birden inmesini ömrünün sonuna kadar hayatının en şerefli hadisesi olarak kabul etmiştir.
- Resûl-i Ekrem, Hz. Âişe’nin beraatini ilân eden âyetleri Mescid-i Nebevî’de Müslümanlara okudu.
- Sonra da bu çirkin iftirayı yaymakta ileri gitmiş olan Hassân b. Sâbit, Hamne bint Cahş ve Mistah b. Üsâse’ye, iffetli kadına zina isnadında bulundukları için Nûr sûresinin 4. âyetine göre seksener sopa vurulması ve bir daha şahitliklerinin kabul edilmemesi cezasını uyguladı.
- Asıl iftira olayının tertipçisi Abdullah b. Übey b. Selûl’ün cezalandırılıp cezalandırılmadığı kesin biçimde bilinmemektedir. Farklı rivayetlere göre dedikoduyu çıkardığını bizzat kendisinden duyan şahitlerin bulunamaması sebebiyle cezadan kurtulmuş veya kırbaçlanmış, bir rivayete göre ise bu ceza iki misli uygulanmıştır.
- Bu hadisede Hz. Âişe’nin bizzat ilâhî beyanla aklanması, art niyetli kimselerin onun iffetine gölge düşürücü nitelikte söz söylemelerini imkânsız hale getirmiştir.
- Ancak siyasî sebeplerle Âişe’yi eleştiren bazı aşırı Şiî grupları bu olayı istismar etmek istemişlerse de çoğunluğu teşkil eden mutedil Şiîler bunlara karşı çıkmıştır.
ÖNEMLİ NOT: Burada yazılanlar şahsi kanaat ve kulaktan dolma bilgiler değildir. Kitaplardan çıkartılan özetlerdir.
KAYNAK:
HZ. MUHAMMED’İN HAYATI, PROF. DR. CASİM AVCI – MEVLANA İDRİS, DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI YAYINLARI;
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ.